Süt Türkiye için Hayvancılıkta Ana Üretim Unsurudur
Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) tarafından 2001 yılında 1 Haziran tarihi Dünya Süt Günü olarak belirlenmiştir. Bu günün amacı, özellikle çocukların beslenme ve gelişiminde büyük önemi olan sütün önemine vurgu yapmak, toplumda süt konusundaki farkındalığı geliştirmek ve süt tüketiminin arttırılmasını sağlamak olarak sayılabilir. Süt bu kadar önemli iken, ülkemizde süt tüketimi ile ilgili olarak gerçek anlamda sıkıntılar yaşanmaktadır. Bazı bölgelerde süt toplayıcılarının, yetiştiriciden çiğ sütü almak konusunda isteksiz davrandığı haberleri gelmektedir. Bu durum da süt sığırı yetiştiricisinin sütüne hak ettiği fiyatı alamaması sonucunu yaratmaktadır. İşte tam bu noktada gelişmiş ülkeler “Okul Sütü” programlarıyla, sütün değerlendirilmesi ve çocukların yeterli ve sağlıklı hayvansal protein alımının garanti altına alınması çabasını göstermektedir. Türkiye’de ise okul sütü ilk olarak 2001 yılında pilot uygulamalarla yürürlüğe konmuş, daha sonra 2012 yılından itibaren ülkesel düzeyde, eğitim öğretimin bahar yarıyıllarında, eksik de olsa uygulanmış ancak Covid-19 pandemisi döneminde “Okul Sütü” kampanyası tamamen ortadan kalkmıştır. Bu noktadaki eksikliği görerek yerel yönetimlerin devreye girmesi ve ihtiyaç sahiplerine süt sağlaması son derece doğru ve isabetlidir. İdeal olan ise tüm Türkiye’de yıl boyunca en kıymetli varlığımız olan çocuklarımıza “Okul Sütü”nün ücretsiz olarak içirilmesidir.
Türkiye’nin toplam süt üretiminin yaklaşık %90’ı inekler tarafından karşılanmaktadır. Doğru değerlendirildiğinde, hayvan sağlığı, yetiştiriciliği ve hayvan refahı uygulamalarına riayet edildiğinde her bir inek, başlı başına yüksek bir üretim kaynağıdır. Her gün dünyanın en faydalı içeceği olan sütü, damızlık düveyi ve et üretimi için besilik danayı üretmektedir. Bu kadar kıymetli artı değer sağlayan bir hayvanın yaşaması ve refahının sağlanarak hayvanlardan verim elde edilmesi için yetiştiricisinin bu işten para kazanması gereklidir. Hayvan yetiştiriciliği her yönüyle zorlu bir iştir. Bu işi yapan kişinin yalnızca karnını doyurması değil, yeterli refah düzeyinde yaşayacak, çocuklarını okutacak geliri elde etmesi gereklidir. Türkiye’de ise hayvan yetiştiricisi adeta kendi kaderiyle baş başa bırakılmış durumdadır. Gıda enflasyonunun tek nedeni oymuş gibi çiğ süt fiyatları baskılanmakta, et fiyatlarını sanki o yükseltiyormuş gibi ithalatla hizaya getirilmeye çalışılmaktadır. Bu koşullarda yeterli kazanç ve refah düzeyine ulaşamayan aile işletmeleri, ineklerini kasaba göndermekte ve hayvancılıktan çekilmektedir. Hayvancılıktan çekilen bir yetiştiriciyi tekrar hayvancılığa döndürmek neredeyse imkansızdır. İneklerin kesime gitmesi demek sağılan sütün azalması, et üretimi için gerekli besilik danaların doğmaması demektir. Bu durum da daha fazla ithalat, daha fazla bütçe açığı demektir.
Kırmızı ette içine düştüğümüz bu ithalat girdabını açıklarcasına bu sene başında Tarım ve Orman Bakanlığı 600 000 baş besilik sığır ithal edileceğini duyurdu. Bu hafta içerisinde gümrük vergisiz olarak Sudan’dan 50 bin büyükbaş, 2 bin küçükbaş hayvan, 8 bin ton et ithal edileceği haberleri yer aldı. Bu yetmedi, tam Kurban Bayramı öncesi, hayvan yetiştiricisi iki yıldır beslediği danasına Kurbanda iyi bir fiyat almayı beklerken, Güney Amerika’dan gemilerle 10 000 baş kurbanlık sığır getirildiği öğrenildi. Bu durum, tam da buğday hasadının başladığı aylarda buğdayda gümrük vergilerinin sıfırlandığı haberlerini getirdi aklımıza. Bu girişimler neden yapılır, yetiştiricinin yaşama tutunma çabası hangi amaçla bu derece baltalanır anlamak mümkün değildir.
TÜİK tarafından bildirilen rakamlara göre Türkiye’nin toplam süt üretimi 2022’ye göre %0,4 azalarak 2023’te 21,5 milyon tona, sığır sayısı ise aynı dönemde %2,6 azalarak 16,5 milyon başa düştü.
Ne yazık ki bu rakamların da güvenilirliği bulunmamaktadır. Hayvanlarımızın sayısını hesaplayan başka bir kurum da olmadığı için, belirsizlik içerisinde bir atalet hali doğmaktadır. Gerçek anlamda, doğru olarak bilinmeyen rakamlar üzerinden projeksiyon yapılamaz. Bu plansızlık üzerinden doğan kaos, ülkenin kırmızı ette ve damızlık sığır ithalatında tümüyle dışa bağımlı olması durumunu beraberinde getirmektedir. Karşı konulmaz bir bağımlılık gibi, kırmızı et ucuzlasın diye ithal edilen et, ülke içi hayvan yetiştiriciliğinin rekabet edemeyerek çökmesini ve etin Türkiye’de daha pahalı hale gelmesi sonucunu doğuruyor. Dünya’da bizdekinden çok daha iyi durumdaki çiftçiler bile böyle durumlarda demokratik tepkilerini gösterirken, nasıl olsa derdini sineye çekmeye alışmış olan Türkiye’deki aile yetiştiricisi sesini çıkartamıyor. İşte bu noktada, aile işletmelerinin ayakta kalması ve Türkiye hayvancılığının kurtuluşu için hayvan yetiştiricisinin sesi olmak, feryadının tüm ülke sathında duyulması için destek olmak gerekiyor.
Biz Veteriner Hekimler, hayvan yetiştiricisinin sesinin duyulması için buradayız. Hayvan yetiştiricisinin gelir düzeyinin azalması, büyükbaş çalışan Veteriner Hekimlerin ücretlerini alamaması ve bu nedenle kliniklerini kapatmasına neden oluyor. Bu durumun giderek ülkedeki hayvan sağlığının da bozulmasını ve hayvansal ürünlerde çiftlikten sofraya gıda güvenliğinin aksamasını beraberinde getireceği görülmeli ve müdahale edilmelidir. Biz gerçek manada hayvan yetiştiricisiyle aynı gemide olan Veteriner Hekimler uyarıyoruz: Artık Türkiye’yi et ithalini açıklamak için kullanılan “paramız var ki alıyoruz” garabetinden kurtarmanın ve hayvancılıkta öz kaynaklarımızın desteklenmesi ve arttırılması yoluyla ülke insanımızı daha sağlıklı ve yeterli hayvansal proteine ulaştırmanın zamanı gelmiştir.
1 Haziran Dünya Süt Günü dolayısıyla, sütün önemini bir kez daha vurguluyor, bu önemli gıdanın sofralarımıza gelmesi için canla başla çalışan hayvan yetiştiricilerimizin ve saflık ve temizlik sembolü bembeyaz sütü üreten hayvanlarımızın korunması ve desteklenmesi için gerekenlerin yapılmasını, bu kıymetli hayvanların sağlığının ve refahının koruyucusu Veteriner Hekimler olarak en güçlü şekilde hatırlatıyoruz.