İnsanın, bugünkü ve gelecek nesiller için çevreyi korumaya ve geliştirmeye yönelik büyük sorumluluğunun vurgulandığı, 1972 yılında İsveç’in Stockholm kentinde düzenlenen Birleşmiş Milletler Çevre Konferansı’ndan bu yana 5 Haziran tüm dünyada “çevre günü” olarak bir farkındalık günü olmuştur.
Çevre kirliliğini etkileyen sebepler arasında; insanlığın gelişmesiyle paralel olarak endüstrinin gereksinimlerinin artması, teknolojinin hızla gelişmesi, plansız nüfus artışı ve buna bağlı yetersiz alt yapı, köylerden şehirlere göçler, sağlıksız kentleşme, bölgesel anlaşmazlıklardan doğan savaşlar, tarım alanlarının bilinçsiz kullanımı, kimyasalların arıtma sistemleri kullanılmadan doğrudan doğaya bırakılması, katı atıklar ve çöpler, kaçak avlanma, kişi başına kullanılan enerji, su, kâğıt ve kömür vb. artışı gibi birçok sebep sayılabilmektedir.
Dünyada bir dakikada 1 milyon plastik su şişesi satın alınmakta ve her yıl 5 trilyon tek kullanımlık poşet tüketilmektedir. Kullandığımız plastik ürünlerin yüzde 50’sini tek kullanımlık ürünler oluşturmaktadır. Okyanuslarda bir yılda biriken plastik dünyanın etrafını dört kez dönebilecek miktarda olup, tamamen çözülene dek 1.000 yıl boyunca varlığını sürdürmektedir. Plastikler insan bedenine de doğrudan zarar vermekte olup, olumsuz etkiler mikroplastikler aracılığıyla insanların su ve gıdalarına kadar ulaşabilmektedir.
Kısaca dünya, insan eliyle yavaşça değil, tüm hızıyla sona doğru ilerlemektedir.
Ülkemiz çevre ile ilgili olumsuz gelişmelerden en çok etkilenen ülkeler arasındadır. Ekosistemin gördüğü ağır tahribatla bitki ve hayvan türleri hızla azalmakta, ülkemizin doğal güzellikleri, en verimli toprakları, ormanları, yanlış enerji ve çevre politikaları ile yok edilmekte ve çok uluslu şirketlerin kazanç hırslarına feda edilmektedir.
Yaşanmakta olan en güncel ve olumsuz örnek ise yakın geçmişte yaşadığımız deprem felaketinden sonra bölgeden kaldırılan molozların doğaya zarar verecek şekilde hazırlanmamış uygunsuz bölgelere dökülmesidir. Asbest, doğal yollardan oluşan lifli yapıda bir grup mineral için kullanılan ortak bir isimdir. Asbestin çok ince lif halinde olması, liflerin uzunluğu, elastik olmaları, sağlamlıkları, ses ve suya geçirimsiz olması, yanmaya karşı dayanıklılığı ve elektriği izole edebilmesi nedeniyle geçmişte birçok işkolunda kullanılmasına neden olmuştur. O kadar yaygın haldeki kullanımı kaçınılmaz olarak insanların da bununla yoğun temas etmesine neden olmuştur. Bununla beraber Uluslararası Kanser Araştırmaları Ajansı (IARC), asbest maddesini “kesin kanserojen” (Grup 1 kanserojen) olarak sınıflandırmaktadır. Avrupa Birliği 2005 yılından itibaren AB’ye üye ülkelerde asbest üretimini ve kullanımını yasaklamış, Türkiye de AB mevzuatını benimsediğinden 2010 yılında asbest üretimini ve kullanımını tamamen yasaklanmıştır. Bununla beraber bu zamana kadar inşa edilen birçok konut, kamu veya özel binada halen tonlarca asbestin olduğu bilinmektedir. Yıkılan veya ağır hasarlı binaların molozlarında oldukça fazla asbest olduğu da önemli bir gerçeklik olarak karşımıza çıkmaktadır. AFAD’ın açıklamasına göre depremde yıkılan binaların büyük çoğunluğunun eski yapılı binalar olması bu iddiayı güçlendirmektedir. Yıkılan binalardan çıkan molozların kaldırılması sırasında etrafa oldukça fazla asbest lifi yayılması da kaçınılmazdır. Asbest kolay ufalanabilme özelliğine sahip olduğundan kolayca toz haline gelebilmekte, günlerce havada asılı kalabilmekte ve solunum yoluyla akciğerlere kadar gidebilmekte, gerek insan ve gerekse hayvanlarda değişik formlarda akciğer kanserlerine neden olabilmektedir. İleride daha ağır sonuçlarla karşılaşmamak ve gerek hayvan ve gerekse halk sağlığının korunması için asbest içeren yıkıntıların kaldırılması sırasında ilgili mevzuat hükümlerine uyulması konusunda yetkililerin daha duyarlı olması gerektiğini hatırlatırız.
Türk Veteriner Hekimleri Birliği (TVHB) olarak; vakit geçirmeden ekosistem için derhal harekete geçilmesi zorunluluğunu hatırlatıyor, insan ve hayvan yaşamı açısından daha sağlıklı bir ekosistem için çalışılmasını gerektiğini bir kez daha vurguluyoruz. Bunun için kara ve deniz hayatının sürdürülebilirliği açısından kirliliğin önlenmesi tüm insanlığın önceliği olmalıdır. Nesli tehlike altında olan tüm canlıların korunmasına, bunun sağlanmasına yönelik planların oluşturulup uygulanması gerekliliğine dikkat çekiyoruz.”