2025 yılı Dünya Gıda Güvenliği Günü’nün teması “Gıda Güvenliği: Bilimin Eyleme Dönüşmesi” olarak belirlenmiştir. Bu tema, gıda güvenliğini sağlamada bilimin rehberliğinde alınan kararların, somut adımlara dönüştürülmesinin hayati önem taşıdığını ortaya koymaktadır.
Bilimsel bilgi, gıda kaynaklı risklerin tanımlanması, değerlendirilmesi ve yönetilmesinde temel araçtır. Ancak bu bilginin yalnızca üretilmesi yeterli değildir; bilimsel verilerin politika yapıcılardan üreticilere ve tüketicilere kadar tüm paydaşlar tarafından eyleme dönüştürülmesi gereklidir.
Gıda güvenliği ihmal edildiğinde, insan sağlığı ciddi tehdit altında kalmaktadır. Dünya Sağlık Örgütü’nün 2025 yılı verilerine göre; her yıl yaklaşık 600 milyon insan—dünya nüfusunun neredeyse %10’u—güvenli olmayan gıdalar nedeniyle hastalanmakta ve 420 bin kişi bu sebeple hayatını kaybetmektedir. Bu ölümlerin yaklaşık %30’u, beş yaş altı çocuklarda meydana gelmekte olup her yıl yaklaşık 125 bin çocuğun yaşamını yitirmesine yol açmaktadır. Gıda güvenliğini tehdit eden unsurlar arasında bakteri, virüs, parazitler ile kimyasal ve fiziksel riskler yer almakta olup, bu unsurların 200’den fazla hastalığa neden olabildiği bilinmektedir. Özellikle antimikrobiyal direnç (AMR), küresel sağlık açısından büyüyen bir tehdit halini almıştır. 2019’da 1,27 milyon ölüm doğrudan AMR kaynaklı enfeksiyonlarabağlanmışken, 2025 itibarıyla bu sayının yıllık 5 milyona yakın ölüme ulaştığı tahmin edilmektedir. Ayrıca gıda yoluyla bulaşan başlıca 11 paraziter hastalık kapsamında dünya genelinde yaklaşık 48 milyon insan enfekte olmakta ve bu vakaların %48’i doğrudan gıdalar aracılığıyla bulaşmaktadır. Bu tablo, gıda kaynaklı hastalıkların bireysel düzeyin ötesine geçerek toplumsal refahı, iş gücünü, sağlık sistemlerini ve ekonomik dengeleri derinden etkilediğini göstermektedir.
Gıda üretimi insanlık tarihi boyunca stratejik bir öneme sahip olmuştur. İnsan nüfusundaki hızlı artışa rağmen tarım alanlarının azalması, küresel ısınma, temiz suya artan talep, çevre kirliliği ve zoonoz hastalıklar gelecekte gıdanın hiç olmadığı kadar kritik bir kaynak olduğunu göstermektedir. Sağlıklı ve üretken bir toplum için, yalnızca üretim miktarı ve çeşitliliği değil; aynı zamanda üretilen gıdanın sağlıklı ve güvenli olması da son derece önemlidir. Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) verilerine göre, hâlihazırda yüz milyonlarca insan yeterli gıdaya erişememekte; artan küresel enflasyon ve ülkemizde dövizdeki yükseliş nedeniyle girdi maliyetleri dramatik şekilde artmakta, bu da dar gelirli vatandaşlarımızın güvenli gıdaya erişimini daha da güçleştirmektedir. Güvenli ve yeterli gıdaya erişimde yaşanan sıkıntı, “gizli açlık” yani hayvansal protein, vitamin ve mineral eksikliği sorununu derinleştirmekte; özellikle demir, çinko ve B12 vitamini eksikliğinin yaygınlığı, güvenli hayvansal gıdalara erişim daraldığında daha da artmaktadır.
Ancak iş yalnızca gıdaya ulaşmakla bitmemektedir; asıl hedef, güvenli gıdaya erişmektir. Gıda kaynaklı hastalıklar halk sağlığına sıtma veya HIV/AIDS kadar şiddetli etki yapabilmekte, bu hastalıklar nedeniyle her yıl milyonlarca insanın sağlığı bozulmakta, iş gücü kayıpları yaşanmakta, sağlık sistemleri büyük bir yük altına girmekte ve artan tedavi maliyetleri ekonomide kalıcı yara bırakmaktadır.
Gıda güvenliği ve güvencesi; hükümetler, üreticiler, tüketiciler ve meslek örgütleri arasında paylaşılması gereken ortak bir sorumluluktur. Tükettiğimiz gıdanın yeterli, sağlıklı ve güvenli olmasını sağlamak için çiftlikten sofraya kadar tüm süreçlerde tüm paydaşların aktif rol üstlenmesi gerekmektedir. Gıdanın güvenliği, üretim ortamının hijyeni ve elde edilen hayvan-bitki sağlığına doğrudan bağlıdır. Bu nedenle bütüncül bir “Tek Sağlık” yaklaşımını benimsemek, etkili ve sürdürülebilir bir gıda güvenliği sisteminin oluşturulmasının temelini oluşturacaktır.
Öte yandan, küresel ve ulusal piyasalarda gıda fiyatlarının aşırı yükselmesi, hileli ve taklit ürünlerin yaygınlaşma riskini artırmakta; tüketicilerin korunması ve üreticiler arasında adil rekabetin sağlanması amacıyla denetimlerin resmi otorite tarafından etkin bir şekilde yürütülmesi büyük önem taşımaktadır.
Çiftlikten sofraya gıda güvenliği zincirinin her aşamasında veteriner hekimlerin rolü kilit öneme sahiptir. Sağlıklı hayvanlardan elde edilen et, süt, yumurta ve bal gibi ürünlerin hijyenik koşullarda tüketiciye ulaşması, veteriner hekimlerimizin bilimsel bilgi ve mesleki uzmanlığıyla mümkündür. Veteriner hekimlerimiz; hayvan sağlığını korumaktan zoonozhastalıkları önlemeye, antibiyotik direncini kontrol altına almaktan gıda hijyenine kadar geniş bir yelpazede etkinlik göstermektedir. Bu çerçevede; veteriner hekimler, gıda güvenliği ve beslenmeye “bulunabilirlik, erişim, kullanım ve istikrar” boyutlarında doğrudan katkı sağlamaktadır. Sağlıklı ve güvenli gıda üretimiyle birlikte hayvan refahını gözeten bir süreç, daha güvenli, sürdürülebilir, çevre dostu ve zararlı maddelerden arındırılmış besleyici gıdanın teminini mümkün kılar.
Türk Veteriner Hekimleri Birliği olarak; “Çiftlikten Sofraya” anlayışıyla güvenli gıdanın üretiminden tüketimine kadar her aşamada aktif rol üstlenen meslektaşlarımızın bu konudaki kritik görevlerini bir kez daha vurguluyoruz. Gıda güvenliği; bireyin değil, insanlığın ortak sorumluluğudur.
2025 yılı teması çerçevesinde, gıda güvenliği için bilimsel temellere dayanan karar mekanizmalarının güçlendirilmesi, denetim sistemlerinin etkinleştirilmesi ve paydaşlar arasında güçlü iş birliği kurulması gerekmektedir. Türk Veteriner Hekimleri Birliği olarak, bilimin ışığında, toplum sağlığını önceleyen, şeffaf ve sürdürülebilir bir gıda güvenliği sisteminin inşasına katkı sunmaya devam edeceğimizi kamuoyuna saygıyla duyururuz.
Ali EROĞLU
Türk Veteriner Hekimleri Birliği Merkez Konseyi Başkanı