Altın Madenciliğinde Siyanür ve Çevreye Zararları
Türkiye’de önce Bergama ve Kaz Dağlarıyla gündeme gelen ve halen güncelliğini koruyan çevre bilinci ve madenler konusu, Erzincan İliç’teki altın madeninde 9 yurttaşımızın toprak altında kalmasıyla yeniden gündeme gelmiştir. Bilindiği gibi altın, gümüş ve diğer benzeri değerli metaller çıkarılırken oldukça zehirli olan siyanür (Sodyum siyanür, NaCN) kullanılmaktadır. Bu yöntem öncelikle 19.yüzyılın sonlarında İskoçya’da uygulanmış ve daha sonra ekonomik olması gerekçesiyle neredeyse 100 yılı aşkın bir süredir altın madenciliği yapılan her yerde uygulanmaktadır. Bununla beraber altının çıkarıldığı yerde aynı zamanda hayvan, insan ve çevreye oldukça zehirli olabilen ağır metaller de çevreye yayılır. Dolayısıyla çevreye olan zarar sadece siyanürden değil ayrıca çevreye saçılan diğer ağır metallerden de kaynaklanabilir.
Erzincan örneğinde gördüğümüz gibi sadece bir altın madenin bile onlarca hektar alanı kapladığı ve diğer olası faaliyetler için yeni ek alanlar kullanıldığı da anlaşılmaktadır. Bununla beraber altın madeninin rezervi sınırsız değildir ve rezerv bittiği anda o faaliyet arkasında ciddi bir çevre tahribatı bırakır. Günümüze kadar tüm dünyada buna benzer sayısız örnek vardır. Bu alanlar yeniden ağaçlandırma suretiyle ıslah edilmeye çalışılsa bile tahribat uzun süre yaban hayatında önemli zararlara neden olabilmektedir. Örneğin 1986-91 yıllarında Amerika Birleşik Devletleri’nin Nevada eyaletindeki altın madenlerinde siyanür ve diğer zehirli atıklardan kaynaklı binlerce kuş, memeli, sürüngen ve amfibinin ölmesi bunun en açık kanıtıdır.
Siyanür nedir?
Siyanür aslında doğada siyanür tuzu veya gaz şeklinde bulunan doğal olarak oluşan bir maddedir. Daha çok siyanogenetik glikozit içeren bitkilerin yenmesi sonucunda sindirim kanalında bunların beta-glukozidaz enzimi ile parçalanması sonucu açığa çıkan siyanohidrinlerin yine bitkinin parçalanması sonucu açığa çıkan emülsinle hidrolize olmasıyla üretilir. Siyanogenetik glikozit içeren bitkiler arasında kanyaş türleri (Sorgum), kayısı, şeftali, kiraz, vişne, taflan, çakaleriği, acıbadem, elma erik, ayva, mısır, keten tohumu, eğrelti otları, tırfıl, kuşkonmaz, mürver, böğürtlen, burçak, fiğ, kolza tohumu, lahana, şalgam ve soya gibi bitkiler bulunur. Ayrıca insanoğlunun neden olduğu siyanür kaynakları arasında, egzoz gazları, metal işleme atıkları ve sigara içimi de sayılabilir. Bunun anlamı siyanürün doğal olarak oluştuğu ve binlerce hayvan, bitki, mantar ve bakteri tarafından oluşturulduğu veya salgılandığıdır. Yani altın madenciliği tamamen yasaklansa bile siyanürü çevreden tamamen yok etmek mümkün değildir. Çünkü aynı zamanda doğal bir maddedir.
Sentetik olarak üretilen siyanürün birçoğu ABD’de üretilmekte ve oldukça az bir kısmı madencilikte kullanılmaktadır. Geri kalan kısmı en fazla naylon yapımı olmak üzere yapıştırıcılar, bilgisayar ekipmanları, yangın geciktiriciler, kozmetik, boya, ilaç, pleksiglas, roket yakıtı, yol ve sofra tuzu gibi oldukça geniş materyallerin üretimidir.
Çevre ve Hayvanlara bulaşması
Siyanür hayvanlara gaz şeklinde ise solunumla, tuzları şeklindeyse ağız yoluyla girer. Bunun yanında yukarıda sayılan bitkilerin tüketilmesiyle sindirim kanalında da oluşur. Ancak doğal olarak oluşan bu siyanür yüksek miktarda tüketilmediğinde vücutta hızla metabolize edilerek hiçbir zarar vermeden dışarıya atılır. Çünkü yarı ömrü çok kısa olup (en fazla 1 saat) hızlı bir şekilde başlıca idrarla ve kısmen de akciğerlerle vücuttan uzaklaştırılır. Olumsuz koşullar altında yetiştirilen bitkilerin içerdiği glikozit miktarı arttığında sindirim kanalında oluşan siyanürün miktarında da artış olacağı ve hayvanların bundan dolayı zehirlenebileceği de unutulmamalıdır. Bitkilerde 200 mg/kg’ı aşan glikozit seviyesi, canlı hayvanlar için potansiyel olarak tehlikelidir. Ayrıca siyanür salınımıyla ilgili enzimler tek mideli hayvanlarda (at, domuz, kedi, köpek gibi) hidroklorik asit tarafından kısmen engellendiğinden geviş getiren hayvanların (sığır, koyun ve keçiler gibi) siyanogenetik bitkilere daha duyarlı olduğu ve siyanürden daha fazla etkileneceği ifade edilmelidir. Bu da Erzincan örneğinde gördüğümüz gibi madenden önce bölgede 240 bin sığır varken, günümüzde 6 bine kadar düşmesini açıklayabilecek niteliktedir. Bu türden madenciliğin yapıldığı yerde ne yazık ki tarım ve hayvancılığın yapılamayacağı açıktır.
Siyanürün etkileri
Siyanür en hızlı etki eden zehirlerden biridir ve zehirlenme belirtileri birkaç dakika içinde ortaya çıkar. Klinik belirtiler ağızdan alındıktan sonra yalnızca birkaç dakika sürdüğü için hayvanlar genellikle ölü bulunur. Zehirlenmenin en sık gözlenen ilk belirtisi, kanın oksijen taşıma kapasitesinin azalması nedeniyle solunum hızı ve derinliğindeki artıştır. Diğer belirtilerin şiddeti ve ortaya çıkma zamanları değişkendir. Genel olarak kas titremesi, koordinasyon bozukluğu ve belirgin nefes darlığı vardır. Dışkı ve idrarda artış ve göz yaşı akıntısı vardır. Hayvan genellikle yere düşer, nefes almakta zorlanır ve oksijensiz kalmasına bağlı olarak kas seyirmeleri yaşayabilir. Akut zehirlenmelerde gözler renklerini kaybeder. Gözbebekleri genişler, mukozalar parlaktır ve karakteristik kan rengi parlak kiraz kırmızısına döner.
Günümüze kadar yapılan araştırmalardan siyanürün kansere ve mutasyona yol açmadığı bilinmektedir. Ayrıca hızla parçalandığı için gıda zincirinin üst basamaklarına çıktıkça biyolojik birikim (biyomagnifikasyon) göstermez. Ancak siyanür zehirlenmesinden ölen balıkların bazı kuşlar veya su samurları tarafından tüketilmesi sonucu zehirlendiğine dair örneklerde mevcuttur. Yine hızla parçalandığı için ekosistemde kapsamlı bir döngüye girmez. Ayrıca çevrede bileşik oluşturduğu veya dibe çökeldiği için, mikroorganizmalar tarafından metabolize edilir ve hızla uçtuğundan dolayı yüzey sularında nadiren bulunur. Sadece maden atıklarının biriktirildiği yerin altındaki suda daha yüksek yoğunluklarda bulunması olasıdır. Bununla beraber havuzlardan daha geniş bir su kitlesine ulaşamaz. Ama siyanürden çok siyanürle altın çıkarılırken ortaya çıkan silika ve diğer ağır metallerin çevreye daha fazla ulaşacağı ve bunların uzun vadede ciddi tahribata neden olabileceği unutulmamalıdır.
Siyanür her ne kadar çevrede hızla metabolize olursa da siyanür gazı havada çok uzun süre kalabilir (yarı ömrü yaklaşık 3 yıldır) ve çok uzak noktalara kadar ulaşabilir. Yani sadece kullanıldığı yerde değil aynı zamanda çok uzak mesafelere kadar taşınabilir. Bu da havadaki yoğunluğuna bağlı olarak ciddi çevre felaketlerine yol açabilir.
Siyanürle altın madenciliği yapılan yerlerde atıkların rastgele atılmasından kaynaklı balık ölümlerine sık rastlandığı da ifade edilmelidir. Örneğin Kanada’da siyanür içeren bir atık havuzundan yakındaki bir dere içine salınan siyanürün 20.000’den fazla alabalığın ölümüne neden olduğu bilinmektedir. Yine 1990’da bir altın madeninde, şiddetli yağmurlardan sonra kırılan atık havuzundan etrafa salınan siyanürün binlerce balığın ölümüne neden olduğu belirtilmelidir. Bunun yanında siyanürün sadece balıkların değil ayrıca sudaki yararlı böceklerin ölümüne de neden olabileceği kaydedilmiştir. Güney Amerika’da 1995’te siyanür içeren altın madeni atığının bırakılması sonucu nehrin 80 km’si boyunca tüm balıkların öldüğü ve nehrin beslediği baraj içme ve sulama sularının işlevini yitirdiğine ilişkin bildirimler vardır. Bu son olan Erzincan’daki olayla oldukça benzer nitelikte ve atık havuzundaki yığın Fırat nehrine ulaştığı takdirde benzer bir durumla karşılaşılacağı açıktır. Bunlar ve bunlara yakın daha birçok örnek nasıl bir felaketle karşı karşıya kaldığımızı açıklayabilir. Yapılan çalışmalar su canlıları arasında balıkların en duyarlı canlı türü olduğu bir gruptur. Bununla beraber su sıcaklığı artıkça siyanürün zehirliliğinin arttığı da belirtilmelidir.
Bunun dışında altın çıkarma işleminde ortaya çıkan siyanür atık çözeltileri bazen yüzlerce hektar yüzey alanını kaplayan havuzlarda tutulur. Bu havuzlar ne yazık ki özellikle kurak bölgelerde kuşlar için bir çekim merkezidir. Bu türden havuzlardan su içmek veya dinlenmek amacıyla gelen birçok kuşun öldüğüne dair literatürde sayısız vaka bildirilmiştir. Siyanürün zehirliliği kuş türüne göre değişmekle beraber siyanüre maruz kalan kuşlarda birkaç dk ile en geç 10 dk içinde ortaya çıkar. İlk belirtiler kesik kesik nefes alma, göz kırpma, tükürük salgılama ve uyuşukluk şeklinde ortaya çıkar. Altın ve gümüş madenciliğine bağlı yaban hayatına yönelik etkiler bununla da kalmaz, ayrıca çoğu kemirgen ve yarasa olmak üzere çevredeki diğer hayvanların da (çakal, porsuk, kunduz, geyik, tavşan, tilki, sincap gibi) bundan ciddi bir şekilde etkilenebileceği bilinmektedir.
Siyanürün vereceği tahribatın yanında silika ve diğer ağır metallerin (arsenik, civa, kurşun kadmiyum gibi) ki bunların daha uzun vadede olumsuz sonuçları olacağı da belirtilmelidir. Konu oldukça uzun olduğundan burada ayrıntılara girilmemiştir.
Sonuç
Siyanürle kıymetli metal madenciliği yapılan yerlerdeki tahribatın büyüklüğü ve günümüze kadar en fazla altın çıkaran Güney Afrika Cumhuriyeti gibi ülkelerin bile bundan yeterince çıkar sağlayamadığı göz önüne alınacak olursa, bu faaliyetlerin yarardan çok zarara neden olduğu görülmektedir. Bu nedenle çevrede tahribata neden olan ve yarardan çok uzun vadede ciddi hayvan, insan ve çevreye zararlı olacağı su götürmez bir gerçek olan bu türden madenciliğin özellikle tarım ve hayvancılığa elverişli olan yerlerde sonlandırılması en büyük dileğimizdir. Çünkü gelecekte toplumun en çok ihtiyacı olan şeyin gıda olduğu ve gıdanın da kaynağının tarım ve hayvancılık olduğu değerlendirilmelidir. Unutulmamalıdır ki altın veya değerli madenlerden mahrum kalmak, insanın gıdalardan mahrum kalmasından daha fazla zarar vermez. En fazla konforu bozulur ama yaşayabilmesi ve üretebilmesi için tarıma ve hayvancılığa ihtiyacı vardır.